Ruh sağlığımızdan da “zayiat” verdik

ruh-sagligimizdan-da-zayiat-verdik-y1DWlHs3.jpg

Efnan Atmaca – Pandemi tüm hayatımızı, alışkanlıklarımızı, yaşam tarzımızı özetle her şeyi değiştirdi. Belki bilimkurgu filmlerinde izlesek “çok abartmışlar” dediğimiz bir durumun içinde bulduk kendimizi. Hepimiz yakındık başımıza gelenlerden. Bazıları “sıkılmak”tan yakınırken pek çok ocak söndü. İnsanlar işsiz kaldı, çocuklar eşit eğitim alamadı. Pınar Öğünç, 35 kişiyle hem pandeminin başında hem de bir yıl sonra görüştü. Mühendisinden kuryesine, eczacısından güvenlik görevlisine farklı mesleklerden ve sosyoekonomik sınıflardan insanlar neler yaşadıklarını anlattılar Öğünç’e. O da tüm bu insan hikâyelerini “Pandemi Zayiatı” adını verdiği kitapta bir araya getirdi.

Pandemide en çok beyaz yakalıların sıkıntılarını dinledik. Ama siz gözünüzü mavi yakalılara çeviriyorsunuz.

Aslında önce en çok zenginlerin sesini duyduk. Hayatlarında belki de ilk kez yoksullarla aynı anda bir riskle karşılaşmak, bir yoksulla aynı sonu yaşayabilme ihtimali darmadağın etti zenginleri. O ilk günlerde dünya ünlülerinin iç bayıcı aforizmalarını dinlemek zorunda kalmıştık hatırlıyorsunuzdur. Sonra ise aslında daha çok duyduğumuz beyaz yakalıların değil, orta sınıfın sesiydi, onların dertleriydi. Bu da pek şaşırtıcı değil. Hem küresel düzeyde ana akım medyada, hem sosyal medyada, karantinayı “verimli” kılmak gerekliymiş gibi kitlesel bir kişisel gelişim seferberliği başladı sanki. Beyaz yakayla orta sınıfı ayırma gerekliliği var, çünkü artık “yaka” mutlak bir sınıf göstergesi olmaktan çıktı. Kültürel olarak bu bağ sürebilir ama ekonomik açıdan değil. Aslında pandeminin başında farklı mesleklerden, sınıflardan 35 kişiyle görüşmek istememin nedeni de sömürü mekanizmasının aynı saiklerle işlediğini, topyekun yoksullaşmayı bu benzerliklerle ortaya koyabilmekti. Zaten örneğin kitapta büyük bir otomotiv şirketinde çalışan bir mühendis işten nasıl Kod 29 ile atıldığını anlatıyor. İş Kanunu’ndaki bu madde işverenin çalışanı “ahlaksızlıkla” itham ederek atması demek ve işten çıkarmanın yasak olduğu dönemde birçok işverenin hem mavi yakalı, hem beyaz yakalı birçok çalışan için bu yola gittiğini biliyoruz. Sorun şu ki herkes durduğu yerde yoksullaştı, zaten yoksul olanlar açlık sınırına yakınlaştı. Aralarında kendini “işçi” gibi görmeyen çoksa da, birçok beyaz yakalı asgari ücret ya da biraz fazlasını kazanıyor artık. Kaldı ki bu koşullarda asgari ücret, zaten hiç kimse için kabul edilebilir, insanlık onuruna yakışacak seviyede değil.

Sizce pandeminin en büyük zayiatı ne oldu Türkiye için?

Kitabın “Pandemi Zayiatı” ismi, askerlikteki “eğitim zayiatı”ndan geliyor. Eğitim esnasında gözden çıkarılanlar, doğal “fire”ler yani. Canlı insanlardan söz ediyoruz. Pandemi Türkiye’de başından itibaren öncelikli olarak bir halk sağlığı meselesi değil, sermayenin ayağına takılan bir taş, durup dururken kârdan zarar etmeye yol açan bir engel olarak ele alındı. Pandemiye dair günlük hayat kısıtlamalarında da halk, sağlık değil, sermayenin çıkarları öncelikli oldu. Tüm bunlar Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biriyle birleştiğinde zayiatımız büyük oldu. Sadece biyolojik gerekçelerle virüs karşısında dezavantajlı olanlar değil, evde kalma şansı olmayanlar, pandemi sırasında çarkların devam etmesi için gözden çıkarılanlar hayatını kaybetti. Onlar bu zamanın “firesi” oldu. Bu tecrübe, zaten var olan ama pandemiyle artan belirsizlik halini körükledi, daha umutsuz, geleceğe yılgınlıkla bakan, kendini “değersiz” hisseden insanlar yaptı çok kişiyi. Ruh sağlığımızdan da “zayiat” verdik.

Pandemi başında herkes hayata yeni bir pencereden bakmayı öğrendiğini söyledi. Felsefi olarak bakışta bir şey değişti mi?

35 kişiyle hem pandeminin başında, hem bir yıl sonrasında konuşmak aslında bir tür deney gibiydi. Bunu kendinizden düşünün, siz ne kadar değiştiniz, cümleleriniz, dertleriniz ne kadar farklılaştı? İki kez görüşmek öncelikle tabii hayatlarında somut olarak değişenleri görmeye yaradı. İşsiz kalan, iş değiştiren, evlenen, boşanan, şehir, ülke değiştiren, hayatlarında büyük hadiseler olanlar var. Bu bir yılda bir TikTok fenomeni bile çıktı aralarından. Ama bu görünür değişikliklerin yanında yine birçok kişi kendi “içlerinde” farklılaşanlardan da söz etti. Bugüne, geleceğe, hayatın anlamına, önceliklerine bakışlarında da izler bırakmıştı bu ağır yıl. Hatta bunu bir değişim, dönüşüm için ivme olarak kullananlar, inadına güçlenerek çıkanlar da vardı.

Şimdi sona geldik deniliyor, aşılama hızlandı, rakamlar düştü… Sona geldik mi? Hayat herkes için kaldığı yerden devam edecek mi?

Bu yaşanan ilk pandemi değilse de, bu virüsle tecrübemizde bütün dünya başından itibaren el yordamıyla ilerliyor aslında. Yeni dalgalar, yeni varyantlar ve tabii yeni virüsler olası. Ayrıca dünyada daha milyarlarca insana aşı erişmiş değil. Hayatın kaldığı yerden devam etmesi zaten hayatın özüne aykırı. Hele böyle büyük bir hadiseden sonra mümkün değil. Mesele yeninin neye benzeyeceği. “Kaldığımız yere” dönmek nahif bir arzu olarak anlaşılabilir, ama zaten kaldığımız yere asla dönülmez.

 

Exit mobile version