Ben Psikolog Hatice Taciser Aksoy. 10.08.1991 Elazığ doğumluyum. 1993-2009 yılları arasında babamın Harran Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ndeki idari görevinden dolayı
Şanlıurfa’da bulundum. Bu süreçte ilkokulu, Ziyaeddin Akbulut İlköğretim Okulunda, ortaokulu ve liseyi de Şanlıurfa’da bulunan farklı okullarda okudum. Daha sonra Ankara Ufuk
Üniversitesi Psikoloji bölümünü kazandım ve ailemle Ankara’ya taşındık. Mezuniyetimden sonra Bursa’da çeşitli özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde mesleğimi icra etmeye
başladım. Şuan Kütahya’da kadın alanında çalışan bir devlet memuruyum.
Psikoloji bölümünü okurken kendim için doğru olan mesleği seçtiğimi anladım. Çünkü bende özellikle ortaokul döneminde sınava hazırlık sürecinde kişisel gelişim ve insan ruhu ile çok
ilgileniyordum. Yani ilgi alanıma yönelik bir meslek seçmiştim.
İNSANLARIN HAYATINA DOKUNMAK HOŞUMA GİDİYOR
Psikoloji aslında toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından merak uyandıran aynı zamanda saygınlığı çok yüksek bir bilim dalıdır. Şanslı olduğumu düşünüyorum. Dezavantajları var
mı? Tabii ki de var. Çünkü insanlar sihirli bir değnek gibi hayatlarına dokunmanızı bekliyorlar. İlk defa tanıştığımız bir insan bile mesleğimizi sorduğunda, ben psikoloğum;
dediğinizde başlıyor anlatmaya derdini ve ilk cümlesi de ;benim de psikoloğa çok ihtiyacım var; oluyor. Bir yandan yardımcı olmak istiyorsunuz bir yandan da bu öyle ayak üstü yada
tanışır tanışmaz olacak bir iş değil. Her mesleğin olduğu gibi psikolog olmanın da önemli ilkeleri var ve tabii ki de maddi manevi bedelleri. Bedel olacak ki kişi kendinde değişim
zorunluluğu hissetsin, zamanımı, paramı verdim ama bunları verdiğime değdi; desin. Tabii psikoloğun da bu bedeli hak etmesi önemli. Hak etmek içinde psikoloğun taşıması gereken birçok özellik var. Bu yazımda bunlara da değinmek istiyorum.
Öncelikle bir psikolog empatik bir birey olmalı. Analize ve dinlemeye meraklı, soğukkanlılığını, tarafsızlığını koruyabilen, danışan mahremiyeti konusunda titiz, seans
saatlarine duyarlı, yerine göre kendi duygularını işine karıştırmayan, sempati ve apati sınırında olmayan biri olmalı.
Ne demek sempati ve apati?
Empati durumunda, psikolog karşı tarafın içinde bulunduğu durumu anlar, irdeler ve danışanın ne hissettiğini algılayabilir lakin sempati durumunda psikolog o durumu adeta
yaşayabilir örneğin kendi yaşamındaki bir tecrübesi ile özdeşim kurabilir. Bu ideal bir durum değildir. Düşünsenize psikoloğun da danışanıyla beraber ağladığını?
Apatide ise kayıtsızlık, ilgisizlik, empatiden yoksun bir yaklaşım hakimdir .Psikoloğun danışanı anlamaya çalışmadığı, ne hissetiği ile ilgilenmediği, dinlemediği, herhangi bir
aktarımda yada yönlendirmede bulunmadığı bir durum söz konusudur. Apati, sempati ile taban tabana zıttır ve ikisi de bir psikoloğun yaklaşımında olmaması gereken durumlardır.
Bir psikoloğun iyi bir dinleyici olmak ve iyi bir iletişim becerisine sahip, yeni deneyimlere ve değişime açık, açık fikirli, öz denetimi ve öz güveni yüksek, iç gözlem yapma becerisi olan,
şefkatli bir yaklaşıma sahip, güvenilir ve dürüst olmak gibi önemli karakteristik becerilere sahip olması gerekir. Bunların yanı sıra şunu da belirtmek gerekir ki; iyi bir dinleyici olmakla
birlikte sürekli danışanı dinleyen bir psikolog tablosu çizmek yerine, psikoloğun devamlı danışanın konuşmasına müsaade etmeyecek şekilde kontrolü elinde tutabilmesi, gerektiğinde
konuşmaya dahil olabilmesi çok önemli. Çünkü danışan görüşmeye çok dolu geliyor. Neler anlatacağını pek çok kez zihninde canlandırarak geliyor. Unutulmamalıdır ki psikolog da bir
insandır ve onun da bir dinleme, algılama ve yönlendirme kapasitesi var. Tabii yönlendirme derken psikoloğun kendi doğru ve yanlış algılamalarına göre danışanı manipüle etmesinden
bahsetmiyorum. Görüşmenin seyrini elinde tutabilmesinden bahsediyorum ki yeri gelmişken şunu da eklemek de fayda var. Bir psikolog asla yargılayıcı, yok sayıcı ve dışlayıcı olmamalı,
danışanın yaşam tarzı ve düşünceleri ne olursa olsun hümanist bir tavır sergilemelidir. Dinsel, siyasi gibi pek çok farklı hassas konulardan görüşme esnasında uzak durulması, kişinin bilgi
vermek istemediği sorularda zorlanmaması, cevap vermeme hakkına saygı duyulması gerekmektedir.
PSİKOLOJİ YENİLİKLERE AÇIK BİR BİLİM DALIDIR
Psikoloji bölümünden mezun olmak güzel bir işe girebilmek için yeterli olabilir ama psikoloji sürekli yeni araştırmalara ve yöntemlere açık, kişinin kendine sürekli bir şeyler katmasını,
gelişmeleri takip etmesini gerektiren bir alan olduğundan kişinin kendisini yetkin bir psikolog olarak hissetmesi için tek başına yeterli değildir. Sürekli bilgileri taze tutmak, psikoloji ile
alakalı kitaplar okumak, online yada yüz yüze eğitimlere katılmak, akademik kariyer yapmak, farklı psikoloji gruplarına üye olmak bu yetkinliği kazanma noktasında ilham verici olabilir.
Akademik kariyer demişken genelde klinik psikoloji, yüksek lisans konusunda sıklıkla tercih edilen bir alt daldır. Aslında bu popülarite zaman zaman klinik psikolojiyi benim için de cazip
kılsa da aslında insan davranışları ve toplumsal süreçler konusuna ilgili olduğumdan sosyal psikoloji alt dalında akademik kariyer yapmak çok parlak geliyor ve şu anda bunun için
çabalıyorum.
Psikolojinin bazı alt dallarına değinmişken; şimdi bunların ne olduğunu inceleyelim. Öncelikle temel bilim alt dallarından Deneysel Psikoloji ile başlayalım. Deneysel Psikoloji
bilişsel süreçleri inceler. Yani algılama,hatırlama, öğrenme, bellek vb. konular deneysel psikolojinin araştırma konusudur. Bilişsel Psikoloji’de düşünme, dikkat, dil öğrenme gibi
zihinsel süreçler, kişilerin davranışlarından çeşitli çıkarımlar yapılarak ve üst seviye istatistiksel yöntemler kullanılarak araştırılır. Gelişim psikolojisi; doğumdan ölüme kadar
davranışların hangi etkenler tarafından şekillendiğiyle ilgilidir. Kavram öğrenmenin ve derinlik algısının yaşa bağlı olarak değişimi gibi. Sosyal psikolojide ilgi alanı diğer insanlarla
kurulan iletişimin ve içinde bulunulan sosyal ortamın bireyin duygu ve davranışlarına etkisidir. İnsan sosyal bir canlı olduğu için gelişimin büyük kısmı sosyal olaylarda şekillenir.
Bundan dolayı gelişim psikolojisi ile sosyal psikoloji iç içedir. Kişilik Psikolojisi; insan kişiliğini inceler. Kişiliğin gelişimi, kendilik algısı ve bireysel farklılıklar bu alt dalın
konusudur. Kişilik gelişim sürecinde şekillenir ve sosyal etkenlerden de etkilenir. Bu nedenle kişilik psikolojisi hem gelişim psikolojisi ile hem de sosyal psikoloji ile ilişkilidir.
Psikolojinin uygulamalı alt dallarına değinecek olursak; klinik psikoloji, klinik psikolog tarafından yürütülen klinik görüşmede zihinsel, duygusal ve davranışsal süreçlerde zorluk
yaşayan bireylerin durumunu değerlendirmek ve tedavi etmek üzerine kuruludur. Endüstri psikolojisinde; okul ortamında bilişsel ve duygusal süreçlerle ilgili sorunlar yaşayan
çocukların gerektiğinde Rehberlik ve Araştırma Merkezleri’ne yönlendirilmesi ile ilgilidir.
ISLAH MERKEZLERİNDE DANIŞMANLIK YAPIYORUZ
Diğer alt dallardan adli psikolojide, adli psikologlar suç ve suçlu psikolojisi, ıslah merkezlerinde tedavi, evlat edinme, çocuk suçlular ve uyuşturucu kullanımı vb. konularda
yapılan yasal düzenlemelerde danışmanlık yapar. Çevresel psikolojide çeşitli çevresel özelliklerin bir takım risk faktörlerine göre (gürültü, hava kirliliği, sıcak ve soğuk)
düzenlenmesi esastır. Fabrikaların ergonomik açıdan düzenlenmesi buna örnek verilebilir. Din psikolojisinde dini inancın insanların bilişsel süreçleri ve davranışlarıyla ilişkisi bilimsel
olarak araştırılır. Spor psikolojisi, sporcuların bilişsel özelliklerinin yaptıkları spor dalına uygun olarak geliştirilmesi ile ilgilenir. Trafik psikolojisi, sürücülerin araba kullanırken algı
ve dikkat süreçleri, tutum ve duygu durumu, sürücü kişiliği vb. konular ile ilgilenir.
Değinmeyi son derece elzem bulduğum bir konuda ruh sağlığı. Nedir bu ruh sağlığı? Ruh sağlığı bireyin kendisi ve çevresi ile sürekli bir uyum içinde olmasıdır. Biliş, duygu ve
eylemlerde meydana gelen tutarsızlık, aşırılık ve uyumsuzluk ruh sağlığının bozuk olduğunu gösterir. Tabii ki de her uyumsuzluk ruhsal rahatsızlık olarak görülmemelidir. Eğer yaşanan
sorun sürekli ise, günlük yaşamın rutinini ve kişiler arası ilişkileri bariz bir şekilde bozuyorsa o zaman ruhsal bozukluktan söz edilebilir.
Ruh sağlığını ortaya çıkaran bir takım kriterler mevcuttur. Ruh sağlığı iyi olan bir birey öncelikle kendisi ile uyumlu olmalı, yaşadığı yakın ve uzak çevre ile sürdürülebilir bir ilişki
içinde olmalı, sevgiye ve saygıya dayalı bağlar geliştirebilmeli, kendine güveni olmalı, toplumda bir yeri olduğuna yönelik bir aidiyet hissi taşımalı, duygu ve davranışlarının
sorumluluğunu alabilmeli, geleceğe yönelik hedefler ve buna yönelik sürekli bir çaba olmalı, zorluklarla karşılaştığında dayanabilmeli, bağımsız girişimlerde bulunabilmeli, para
kazandıran iş dışında bir takım hobilere sahip olmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sağlık; bedensel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik hali iken, psikolojinin babası Simund Freud’a
göre ise ruh sağlığı sevmek ve çalışmaktır. Kendini, insanları ve tüm canlıları seven, gündelik işlerini aksatmadan verimli çalışabilen insan ruh sağlığı yerinde olan insandır.
Bir ailede sağlıklı bir bağlanma, güven ve yeterli bir bakım varsa o ailedeki bireylerin ruhsal sağlık açısından avantajlı durumda oldukları bilinmektedir. Kişiler bazen güç durumlarda tek
başına mücadele edemeyebilir. Stres altındaki bireylere çevredeki insanlar tarafından sağlanan duygusal, bilişsel ve maddi yardımlar sosyal destek olarak nitelendirilir. Özellikle ailenin,
akrabaların ve arkadaş desteğinin ruh sağlığı üzerinde etkisi büyüktür. Evsiz kalan birine bir akrabasının evini açması maddi destek, sıkıntılı birini sevgi ve şefkatle dinlemek duygusal
destek, işe yeni giren birinin daha tecrübeli bir arkadaşından iş hayatına ilişkin tavsiyeler alması da bilişsel desteğe örnek verilebilir. İyi bir aile, akraba ve arkadaş desteğine sahip
olunsa bile birey çeşitli sorunlar yaşayabilir. Böyle bir durumda sorunun erken teşhis ve tedavisi için bireyi işinde yetkin bir psikoloğa yönlendirmek ve bu süreçte kişiye destek
olmak gerekmektedir.